İlk bânisinden dolayı Ebülfazl, daha sonra ihyası sebebiyle Ahmed Bey Camii adlarıyla anılmıştır. Eskiden bitişiğinde yer alan Altunaba (Altınapa) Medresesi’nin 598 (1202) tarihli vakfiyesinde belirtilen İplikçi Necîbüddin Ayaz’ın medresenin mütevellisi olması ve yakınında da İplikçiler Çarşısı’nın bulunması neticesinde her iki yapı da önce İplikçiler, ardından İplikçi adıyla meşhur olmuştur (Konyalı, s. 414-415).
Genişletilip yenilenerek bugünkü şeklini alan eserin inşa kitâbesi mevcut olmamakla birlikle Âriflerin Menkıbeleri’nde Ahmed Eflâkî’nin şu ifadesi tarihlendirmeye yardımcı olan ipucunu vermektedir: “Seyyid Selâhaddin bir gün Konya’ya geldi, Ebülfazl Mescidi’nde cuma namazında bulundu. O gün Mevlânâ hazretleri vaaz ediyordu.” Buna göre cami, XIII. yüzyılın ortalarından itibaren önemli bir dinî merkez olarak hizmet veriyordu. Esasen bugünkü mihrabın altında bulunan mozaik çini kaplamalı mihrap, eserin XII. yüzyıl sonları ile XIII. yüzyıl başlarına tarihlenmesinde yeterli bir ipucu sayılmaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı’ya göre cami, eskiden bitişiğinde yer alan medreseden önce Tebrizli Ebü’l-Fazl Abdülcebbâr tarafından inşa ettirilmiştir. Buna karşılık bazı araştırmacılar, caminin medreseden kısa bir süre sonra medresenin bânisi olan Altunaba tarafından yapıldığı görüşünü benimsemektedir (Kuran, s. 106; Karamağaralı, s. 26). Kapısı üzerinde bulunan kitâbeye göre yapıyı 733 yılının Receb ayı ortasında (1333 Nisan başı) Kişçi (Somuncu) Mesudzâde Hacı Ebûbekir genişleterek yenilemiştir. 834 (1431) tarihli vakfiyede ise caminin Turgut oğlu Ebülfazl Ahmed Bey tarafından ihya edildiği belirtilmektedir. Bir yangın sonucunda harap olan yapının 992 (1584) yılından önce tüccardan Hacı Emrullah tarafından tekrar tamir ettirildiği bilinmektedir.
 
Genişletilip yenilenerek bugünkü şeklini alan eserin inşa kitâbesi mevcut olmamakla birlikle Âriflerin Menkıbeleri’nde Ahmed Eflâkî’nin şu ifadesi tarihlendirmeye yardımcı olan ipucunu vermektedir: “Seyyid Selâhaddin bir gün Konya’ya geldi, Ebülfazl Mescidi’nde cuma namazında bulundu. O gün Mevlânâ hazretleri vaaz ediyordu.” Buna göre cami, XIII. yüzyılın ortalarından itibaren önemli bir dinî merkez olarak hizmet veriyordu. Esasen bugünkü mihrabın altında bulunan mozaik çini kaplamalı mihrap, eserin XII. yüzyıl sonları ile XIII. yüzyıl başlarına tarihlenmesinde yeterli bir ipucu sayılmaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı’ya göre cami, eskiden bitişiğinde yer alan medreseden önce Tebrizli Ebü’l-Fazl Abdülcebbâr tarafından inşa ettirilmiştir. Buna karşılık bazı araştırmacılar, caminin medreseden kısa bir süre sonra medresenin bânisi olan Altunaba tarafından yapıldığı görüşünü benimsemektedir (Kuran, s. 106; Karamağaralı, s. 26). Kapısı üzerinde bulunan kitâbeye göre yapıyı 733 yılının Receb ayı ortasında (1333 Nisan başı) Kişçi (Somuncu) Mesudzâde Hacı Ebûbekir genişleterek yenilemiştir. 834 (1431) tarihli vakfiyede ise caminin Turgut oğlu Ebülfazl Ahmed Bey tarafından ihya edildiği belirtilmektedir. Bir yangın sonucunda harap olan yapının 992 (1584) yılından önce tüccardan Hacı Emrullah tarafından tekrar tamir ettirildiği bilinmektedir.

Caminin planı ve bitişiğindeki Altunaba Medresesi’yle olan ilişkisi tartışmalıdır. 1939’daki onarımı sırasında yapılan temizlik hafriyatında bitişiğinde bir başka yapının varlığı ortaya çıkmıştır. Cami muhtemelen bugün mevcut olmayan medreseye duvarından bitişikti. Günümüzde cami duvarında kalıntısı görülen kemer izi medreseye ait olabilir; ancak caminin güney cephe duvarı önünde yapılan kazıda eski bir minareye ait temel kalıntılarının bulunmuş olması, söz konusu kemer izinin ilk camiye ait olabileceğini de akla getirmektedir. Birçok defa onarılan ve caddenin genişletilmesi için bütünüyle yıktırılması dahi düşünülmüş olan yapı, 1945’te Müzeler Müdürlüğü tarafından yapılan restorasyonla son şeklini almıştır. 1951 yılında Konya Müzesi Klasik Eserler Bölümü olarak hizmete sokulan bina 1960 yılının Şubat ayında tekrar cami olarak açılmıştır.

Caminin bugünkü dış görünüşü yanıltıcıdır. Plan ve örtü sistemindeki değişiklik, 733’te (1333) yapılan tamir ve genişletme işlemine bağlanmaktaysa da eski fotoğraflar, kubbelerin 1900’lü yıllardan sonra ortadan kaldırıldığını açıkça göstermektedir. Günümüzde çevresinde yükseltilmiş olan yol ve kaldırımlar dolayısıyla çukurda kalan yapının cephe duvarları ve minare kaidesi iyice yükseltilmiştir. Aynı konumda yer alan bundan önceki minare, nisbeten yüksekçe bir tuğla kaide üzerinde prizmatik geçişli bir pabuç kısmı ile çokgen bir kaval silmeye bağlanıyordu. Bundan sonra tuğla örgülerle devam eden silindirik gövdenin gerçek yüksekliği ve şerefenin orijinal durumu bilinmemektedir. Eski fotoğrafında görülen güdük minarenin XIX. yüzyılda yapılan esaslı bir onarımdan sonra bu şekli aldığı düşünülebilir. Yeni mihrapla birlikte yapıldığı tahmin edilen bu minarenin Selçuklu döneminde çok daha yüksek, tuğla malzemenin yoğun kullanıldığı, mukarnaslı şerefe altı ile daha farklı bir görünümde olduğu anlaşılmaktadır.
 
Kaynak : http://www.islamansiklopedisi.info